21 Eylül 2015 Pazartesi

ressam Celal Günaydin




Yeni bir hafta, yeni bir gün, yeni bir sayfa, yeni bir bakış açısı …Veee yeni bir ressam !
Eveeet biliyorum özlediniz o harika ressamların, gözlerinizi doyuran, o muhteşem eserlerini ! Takdir edersiniz ki, uzun zaman oldu sizlere o olağanüstü şöleni yaşatmıyalı, yine biliyorum ki  suçluyum ! « Mea culpa » değerli okurlarım me- aaa-kulpa!
Bu suçluluk duygusuyla, bugün sizlere yeni keşfettiğim bir türk ressamın eserlerini sunmak istiyorum. Öncelikle bilmenizi isterim ki şimdiye kadar tanıtmış olduğum ressamlardan biraz farklı olucak. Çünkü yağlı boyadan fazla, sulu boyayla yapılmış bu ressimler, yurt dışına, veya kısaca,  dünyaya, türk kültürünü (resimde kilim motiflerin , dantelli örtülerin, veya ut, saaz, mozaikli tabaklar, sandiklar, gibi nesnelerin bulunmasi açisindan ) çok güzel  temsiledebilicek boyutta her biri. Şahsıma gelince, resimdeki kullanılan renkler, şeffaflık, ve derin boyutlar, ıIk gördüğüm anda, içime su serpilmiscesine, bir ferahlık hissi verdi. Umarım, sizlerede seyrederken aynı güzel duyguları yaşarsınız  ;)


Sözü daha fazla uzatmadan, değerli okurlarım, eserlerle sizi başbaşa bırakıyorum… Görüçeksiniz ki, onlar benden daha iyi anlatacak kendilerini… alkışlarınızla …ups pardon kendimi biraz fazla mı kaptırdım nee ??? ;) İyi seyirler değerli blogcularım, iyi seyirler !!! ;)  :))










































En az bu çiçekler kadar , Güzel bir hafta gerçirmenizi
 dilerim ....

18 Eylül 2015 Cuma

Sitem...



Görsel : Vladimir Volegov
                                                 
Bıdı bıdı bıdı...



Bazi insanlar nedense kötü olmak için kendilerince yeterli sebepler üretebiliyor ! Ve sonra başlıyorlar kendilerini haklı  çıkarmak için anlatmaya :  Evet biliyorum böyle düşünmemem gerek ama işte dayanamıyorum, evet böyle yapmamam gerek ama bir anlık öfkeye geldim, Allah affetsin dedikoduya giriyorum ama , diye diye anlatıyoruz maşallah bir bir her bir şeyi. Sanki dünyanın en suçsuz insanıymışız gibi, sanki dünyanın en mahsum insanıymışız gibi! Sütten çıkmış ak kaşığız mübarek ! Hep maduruz, hep safız, hep günahsızız, hep arkamızdan iş çevirmişler ... 


Ve sonra birilerimiz de bunları dinliyoruz. Bazen toplu halde dinliyoruz, bazen yanlız, ve bazen nezaketten ötürü , bazen riyakarlığımızdan, bazen korkaklığımızdan, bazende karşı tarafa ayıp olmasın diye hep susuyoruz! 
Peki susmamak gibi bir tercihimiz var mı ? ...
Bulunduğumuz toplum yeteri kadar gelişmiş ise, kolay alternatif bulunabiliyor ! Bir kaç kişi, veya aramızdan biri hemen  duruma mudahale edip, konuya nasıl bakılması gerektiğne karşı, bir kaç sey söyleyip, diğerleri de hem fikir olup madur gibi gözükmek isteyen insana, incitmeden, izah edebiliyor veya  konuyu kapatabiliyor ! Çünkü biliyoruz ki, iyi bir insan her ortamda iyidir, hatta kötülere karşı bile kötülük yapamaz, kötülük düşünemez, içi yanar, yüreği sızlar, belkide üzüntüsünden kahrolur,   ama yine de kötülük yapamaz. Ve asla, kötü niyetli bir eyleme geçemez ,  madur olduğu durumları her ortam hiç anlatamaz . Belki iffetinden belki kültüründen belki yüksek imanından, belkide sadece olaylara iyimser baktığı içindir  ama kesinlikle başından geçen her bir kötülüğü anlatamaz !
Fakat olucak ya , maalesef  dar beyinli insanların arasında     konuşulan bu tür konular  " söz konusu madurumuza " gaz vermekle yetinmeyip bir kaç anekdotta kendileri ekliyor ! Ve dedikodular, gereksiz sözler, tadsız sohbetler başını alıp gidiyor ...
İşte böyle ortamlarda benim tüğlerim ürperiyor,  canım sıkılıyor, ve boğulurmuşcasına dararıyorum...  Her insanın sorunu olabilir, her insan bir diğer insana karşı madur da kalabilir ama bu durumu gelipte ulu ortamda anlatmak bana pek dürüst gelmiyor ! Sağlıklı da gelmiyor. Birde bazı insanlar var sanki içini sadece sana dökermişcesine anlatır ama aslında size gelesiye kadar en az kırk kişiye anlatmıştır bile, hatta, anlatmaya devam da edicektir ...
İşte böyle sevgili okurum etrafınızda güvenebiliceğiniz sağlam ve iyi niyetli kültürlü insanların bol olması dileğiyle sevgiler !
Hayirli cumalar ...

14 Eylül 2015 Pazartesi

Hatira diayarlarimda gezerken...



petite chinoise au tabouret, Lysand  


Vanilya kokulu duygularım



Elimde bir fincan kakuleli sütlü türk kahvesi, beyaz tül  perdelerin şeffalığından süzülen ikindi güneşin sarı turuncu yumucak renkleri eşliğinde , mutfaktan salona doğru kedicik adımlarla ilerliyorum. Fırından gelen pastanın vanilya kokusu bütün evi okşarmışcasına huzurlu bir atmosfere bürümüş  sanki. Çocukların okuldan gelmesine bir saat kalmasada, sakinliğin son dakikalarınin,  lezziz tadını çıkarmaya kararlıyım. Tüm işlerin bittiği anda  gelen, huzurlu bir tatminlik duygusuyla biraz dinlenmeyi hakkettiğimi düşünerek, fincanımı seppanın üzerine koyup , oturmaya karar veriyorum. Dışarıdan gelen hafif bir güz rusgarın esintileri,  kanapenin üzerindeki el örgüsü battaniyeye dahada bir sıkı sarılmamı sağlıyor.  Seppanın üzerinde bir hafta önce almış olduğum romanımı kavrıyorum. Kapağının cazibesini inceledikten sonra, nihayetinde  ilk sayfalarını okumanın heyecanını yaşarken , zihnimin  hatıraları  beni, küçük küçük  beyaz bulutlar içerisinde vanilya kokulu duygulara uçup götürüyor  ve kendimi çocukluğumun en kıymeytli anların ortasında buluyorum.

İlk okuduğum roman : « kırmızı kimonolu  kız » ! Hatırlıyorum,  kendi memleketinden Amerika’ya göç eden küçük bir japon kızın yaşadığı zorlukları ve özlem dolu anılarını anlatan bir öyküydü bu. İlkokul yıllarımda okuduğum bu kitap  fransızcaya tercüme edilmiş, Kay haugaard’ın bir çocuk romanıydı sanırım. Öykünün kahramanı olan çocuk, sanki benim o zamanlardaki duygularımı yaşıyormuşcasına,  bütün hissetmiş olduğum üzüntüme kederime rehber olmustu adeta. Duygularımın tarifi olmadığı o anlarda, hissettiklerime  kelimeler koyabilmiştim ve  nihayetinde kendimce daha normal insanlar kategarisine girebilmeye başlamıştım… Bu durum biraz olsun üzüntümü hafifletmişti tabiki. Şimdi düşünüyorum,  Suriye’den göç eden insanları, ölüm riskiyle başbaşa kalmış çocukların halini, evsiz barksız, gittikleri yerden dışlanmış…. Göç hadisesi gerçekten bir çocuk için ne kadar zor olabiliceğini tahmin bile edilemez... şu boğulup ölen çocuklarin son dakikalarini dusunmek bile istemiyorum !…İçim sarsılıyor, gözlerim yaşarıyor…

Bu hisler içerisinde o kitabin nasıl ve ne şartlarda elime geçmiştiğini hatırlamaya çalışırken, nihayetinde, kendimi küçük ama aydın, kütüphane rafları arasında gezinirken buluyorum . O zamanlarda kütüphanelerde gezmesini ne de severdim . Kitabın kapağı tesadüfen  gözüme takılmıştı : yağlı boya ile resmedilmiş bir küçük japon kızı. Resim yapmayı seven bir çocuk olarak sanırım ilk önce  kapaktaki resim beni cezbetmişti , ve hatırlıyorum, sadece ondan sonra  ilk bir kaç sayfalarını okumaya karar vermiştim.  Hemen kitabı aldım ve  heyecanla eve geldim.  Aşağı yukarı iki yüz sayfalık bir kitabı kısa bir sürede bitirdiğimde, yaşadığım o muhtesem duyguyu çok iyi hatırlıyorum. Bu heyecanlı andan sonra yazar olmayı hayal ettiğimi biliyorum. Yazıcağım konuları hikayeleri bir bir listelemiştim gözümün önünde. Ve gizli gizli odamda saatlerce kitabın bazı sayfalarını, büyük bir özentiyle ,en güzel yazımi ortaya koyarak,  tekrar kopye ediyordum. Artık yazı benim için , resimden sonra gelen ikinci hobim olmuştu. Ama ne yazık ki , bu heyecanlı faliyetimden  ne zaman vazgeçtiğimi  hatırlamıyorum…
Disaridan, Kulaklarima arka arka gelen sert ve yogun zil sesleri ile  düşüncelerimden hizla uzaklaşıp kendime geliyorum. Eyvah  çocuklar geldi ! :
_ Anne çok acıktım ! Ne pişirdin bugün ?
_Oğlum önce bir selam versen nasil olur ?…
_ Selami aleyküm anne!  Eee !Ne pişirdin ?gerçekten çok acıktım anne yaaa!!!…
_Anne !!! Öğretmen yarın seninle görüşmek istiyor..
_Anne!!!! Öğretmen bizden özel bir defter istedi mutlaka bugün sparis vermemiz gerekirmiş…
_ Anne! Bugün sporda düştüm dizimi ağrıttım…
Ve sizin anlicaginiz,  her bir ufaklik arka arkaya taleplerini  böyle yatasiya kadar dile getirmekten usanmiyor değerli okurlarım…  
Merak ederseniz , sonunda ben o, okumasini heyecanla bekledigim ,yepyeni guzelim  romanımın ilk sayfalari bile olsa,  neticede, okuma fırsatı bulabildim mi ? tabiki hayır !!!... :((
sevgiyle kalin ;) :)

8 Eylül 2015 Salı





Yazmak istiyorum gücüm yok , eylenicek keyfim , okucak göz ferim yok... 
Uyumak istiyorum, vücudum kendini iyice saldı, hastalık dorukta, nefsim hiç bir şey istemiyor, işler ardı ardına beni bekliyor! Kalkıp bir an önce işime koyulmalıyım başka çarem yok....

6 Eylül 2015 Pazar

Günlerden bir sabah...


Going Ralph ... Californie 1928


Bu sabah  her gün gibi yine erken saatlerde kalktım. Her geçen sabah sanki biraz daha soğuyor gibi havalar. Üzerime, merdivenin başında asılı olan, kızımın ısrarla  kendine aldığı, şu çok çirkin mi çirkin ama bir o kadar yumuşacik ve sıcak siyah penuarı geçirmekten büyük keyif aldım. Aman görmesin!  şimdi bana :” Hani beyenmemiştin benim penuarımı ? Fırsat bulunca giymekten geri kalmıyorsun ama!..” dediğini duyar gibiyim kendisinin…Neyse küçük hanım  uyanasiya kadar sabahın bu soğundan beni biraz olsun korur bu “kara battaniye”…Ohh be! ama ne de yumuşaçıkmış  bu yaa!...

Canım hiç okumakta istemiyor bugün nedense. Halbuki her sabah yatagimdan okuma heyecani ile kalkardim normalinde... Telekomandayı aldım koltuğa bir güzel yerleştim…Sanki sabahın bu saatinde televizyona  güzel bir program koyacaklarmışmış gibi…Kısa bir müddet sonra ondanda ümidimi kestim…Canım hiç kahve de istemiyor bu sabah… Hiç keyfim yok ama bunu kendime itiraf bile etmek istemiyorum.Sonuçta sağlığım yerinde…En azından ölmeyecek kadar  ;) Biraz boş boş oturup magazin sayfalarını çevirdikten sonra kendimi banyoda süslenirken buldum… Ben ne zamandır süslenmezmişim meğerse … Birazcık makyaj ve ciladan sonra kendimi az da olsun beğenmeye başladım : Yaşıma göre ben bayagi güzelmişim yahu ! :p der gibiyim sanki karşımdaki aynaya oda bana cevap vermekten çekinmedi tabi :"Ne saniyorsun kizim ! senden on yaş gençlere bile taş çıkartırsın sen!"der gibi oldu sanki ;)… ama o ayna banyo aynası ! bilmiyorki  yüzümden aşağısında kilo ve kaloriler kendilerini göstermek için biz buradayız diye adeta benimle yarışıyorlar… ben onları saklamaya çalıştıkça onlar her bir yanımdan çıkmaktan utanmıyorlar ! …Neyse yüz aynası bunların görmeden banyodan kaçtım bir boy aynasına yakalanmadan kendime bir iki pischt da parfüm…tamam tamam! Yalan yok !  üç beş pischt parfüm sıktıktan sonra kendime biraz olsun, yalandan keyif gelir gibi oldu...Artik bu motivasyonla ben çocuklara güzel bir pazar kahvaltısı hazırlarım…

Hoşça kalın blogerlerim … Tatil sonrası sizlerle farklı şeyler paylaşmak isterdim ama malesef  bugün benden gelenler bu kadar sizede iyi pazarlar temennilerimle ! sevgiler!


Paul Roberts ( 1948 )